in

Bazı Cesetler Neden Çürümez? Cesedi Çürümeyen İnsanlar


Zaman zaman dünyanın çeşitli yerlerinde, aradan yüzlerce yıl geçtiği halde çürümemiş cesetler bulunuyor. Üstelik bu tür cesetlerde herhangi bir koruyucu maddeye rastlanmıyor. Bir görüşe göre öldükten sonra bedenin çürümemesine ruhun dünyaya olan bağlılığı neden oluyor.

Bozulmayan cesetlerle ilgili çok sayıda örneğe Katolik Kilisesi’nin aziz kayıtlarında rastlanır. Bunlar, kilise tarihçisi Rahip Thurston’ın deyişiyle, “mezarın dehşetine karsı koyan” mistiklerin bedenleridir. Ne var ki, çürümeye karşı direnen cesetlerin sadece Katoliklerde görüldüğü söylenemez. Bunlara Hıristiyan Kilisesi’nin tüm mezheplerinde, hatta diğer dinler arasında da rastlanıyor. Örneğin “Budist Azizlerin Yaşamı” adlı Çin tarihinde, Katolik kayıtlarına son derece benzer tanımlamalar var.

564 yıllık olmasına rağmen Ch’an (ya da Zen) ulularının en iyi bilinenlerinden biri olan Hui Neng’in öyküsü de bunlardan biri. Hui-Neng, M.S. 712 yılında öldü.Kwantung eyaletinde ders vermekte olduğu Kuo-en manastırına gömüldü. Sung Hanedanı’nın çöküşü sırasında, 1276 yılında Moğol askerleri onun vücudunu mezarından çıkardılar. Cesedin mucizevi bir şekilde korunmuş olduğuna ilişkin rivayetlerin doğru olup olmadığını anlamak istiyorlardı. Ölümünden 564 yıl sonra bile Zen üstadının derisi hâlâ esnek ve parlaktı. Hiçbir bozulma ya da büzülme emaresi görünmüyordu. Askerler merakla gövdeyi yardılar. Kalp ile karaciğerin kusursuz durumda olduğunu gördüler. O kadar etkilenmişlerdi ki, kutsallığa daha fazla tecavüzde blunmadan hemen oradan uzaklaştılar.

“Aziz Mertebesine Yükselsin”

Olaylar bugün de sürüyor. Katolik Kilisesi dışında rastlanan örnekler de bunu açıkça doğruluyor. 1977’de İspanya”daki Espertinas”ta bulunan bir aile mezarı, yöreden bir erkeğin cesedini gömmek için açıldı. Zangoç ve yardımcıları, adamın 40 yıl önce ölmüş oğlunun cesedinin hâlâ bozulmadığı görünce şaşırdılar. Jose Garcia Moreno adındaki bu kişi, 1937 yılında 11 yaşındayken menenjitten ölmüştü. Aile, çocuğun cesedinin gömülmeden önce ilaçlandığı yolundaki iddiaları reddetti. Kısa süre sonra, tüm köy halkı, çürümüş kefeni içindeki cesedi görmeye geldi. İnsanın böyle bir “lütfa uğraması” için mutlaka bir aziz olması gerektiğini düşündüler. Resmen aziz mertebesine yükseltilmesi için de Roma’ya talep üstüne talep yağdı. Ancak kilise bu olaya hiç ilgi göstermedi.

1792′ de Philadelphia’da ölen VVilhelm von Ellenborgen’in cesedi. Vücudun büyük bir bölümü ‘ adipocere ye dönüşmüştü. Adipocere, yakınlarda yeraltı suyu bulunduğu zaman ortaya çıktığı sanılan sabunsu bir maddedir.

Pürüzsüz Güzelliği Bozulmadı

Dinsel yanı pek ağır basmayan bir olay daha ışığa çıkmıştı. 1644 yılında Zofia Bosniakova adında güzel bir Macar kontes 35 yaşında öldü. Kontes iki kez evlenmiş ve bir erkek çocuk doğurmuştu. Genç kadın 17 yaşında evlendikten bir yıl sonra ilk kocası öldü. İkinci kocası Franco VVesselenyi, tanınmış bir silahşor ve diplomattı. Ne yazık ki, aynı zamanda önüne gelenle alenen düşüp kalkmaktan çekinmeyen bir adamdı.

Loulanlı genç kadının cesedi, 1981 yılında Çin’in uç bölgelerinden Xinjiang eyaletinde mezarından çıkarıldı. Uzmanlar, 6470 yıllık bu mumyanın dünyanın en eski mumyası olduğunu söylüyorlar.

Bunun üzerine genç kontes, Kuzey Slovakya’daki Strecno Şatosu’na çekildi. Basit ve dindar bir hayat sürdürerek burada öldü. 1689 yılında şatoda yenileştirme çalışmaları yapılırken, tabutu açıldı ve pürüzsüz güzelliği ortaya çıktı. Yöre tarihinde şöyle deniyor: “Strecno’nun Hanımı (Leydi), gerçi azizlik mertebesine yükseltilmedi ama, Çekoslovakya’daki Teplice-Sanov’da bir kilisede, yatıyor. Üzerinde kendi diktiği bir elbise olan kontesin cenazesi açık tabutla teşhir ediliyor. Ölümünden 336 yıl sonra, hâlâ güzel!”

You May Also Like:  Görme Engelliler İçin Özel Tarif

“Tanrı Cesedimi Çürütmesin”

Başka bir olay ise, bu hikâyelerin çoğundaki dindarca ahlaka aykırı bir örnek getiriyor. Bu hikâye, Christîan Kahlbutz adlı Alman şövalyenin cesediyle ilgili. Kahlbutz, 1675 yılında İsveçli işgalcilere karşı anavatanı Branden-burg’u kahramanca savunarak kendisini akladı. Oysa Kontes Zofia’nın ikinci kocasından kendisine kalan bir şöhreti vardı. O. kendi ülkesinde tam bir zorbaydı.

Çeşitli suiistimallerinin yanı sıra, “efendi hakkı” adı verilen âdet üzerinde ısrar etmesiyle de tanınırdı. Bu feodal görenek uyarınca, bir derebeyi, iki köylünün düğün gecesinde damatlık hakkını ilk kullanan kişi olmak hakkına sahip oluyordu. Kahlbutz, kendi 11 çocuğunun yanı sıra, yöredeki kızlardan 30 çocuk daha edinmişe benziyordu. Hatta bunlardan bir tanesi kendisiyle ilişki kurmayı reddedince, kızın nişanlısını öldürerek intikam aldı. Kız onu mahkemeye verdi. Ama derebeyi, hem toplumsal konumu sayesinde, hem de mahkemede büyük bir ciddiyetle ettiği yeminle, cezalandırılmaktan kurtuldu. Kahlbutz, söyle demişti: “Eğer katil bensem, o zaman Tanrı cesedimi çürütmesin.” 1702’deki ölümünden sonra, 90 yılı aşkın bir süre sonra, malikânenin yeni efendileri yerel kiliseyi yenileştirmeye girişmişlerdi. O sırada şövalyenin tabutunda yatan çürümemiş cesedi de ortaya çıktı. Böylece herkesin işlediğine inandığı suçu, açıkça doğrulanmış oldu.

Bu hikâyenin, büyük ölçüde tuhaf bir karışımdan oluştuğuna şüphe yok. Folklor ile yerel ahlakçıların fırsatçılığı bir araya gelerek, böyle bir karışım oluşturmuş olabilir. Ancak şövalyenin cesedinin olağandışı bir biçimde korunması, doğrulanabilir bir olaya benziyor, 1936 Berlin Olimpiyatları sırasında arabalar dolusu ziyaretçi, bu cesedi görmeye geldi. Şövalyenin kahverengiye dönmüş ve kurumuş cesedi, Almanya’da bulunan Kampehl köyünde açık bir tabutta duruyor.

Gömüldüğünden beri el değmemiş halde kalan kefenin üzerine o kadar çok kişi yazı yazdı ki, tabutun üzerine cam bir kapak koydular. 1895 yılında ise ünlü bir patolog olan Rudolf Virchow, cesede bir otopsi yaptı. Bu otopside, cesedin bozulmaması için kullanılan koruyucu maddelere rastlamadı. Virchow, iç organlarla vücudun genel durumunun da şaşılacak kadar iyi olduğunu belirtti. Berlin’den yola çıkan bir başka heyet de bu konuyla ilgilendi. Heyet, çeşitli teorileri inceleyip deneye tabi tuttu. Ancak olay, tıpkı cesedin kendisi gibi, bulmaca niteliğini korudu.

Antik bir Mısır mumyası. Binlerce yıllık bu mumya şimdi Kahire Müzesi’nde sergileniyor. Mumya, cesedi ilaçlayan klşintn çok gelişmiş becerisinden yararlanmış. Ancak, bu beceri pek ucuza satın alınmıyordu. Ne var ki, sonuçta, süslü mezarların değil, yoksulların son istirahatgâhı olan kızgın çöl kumlarının, en iyi koruma maddesi olduğu keşfedildi.

Koruyucu Madde Kullanılmıyor

Bozulmayan cesetlere ilişkin öne sürülen çeşitli varsayımlar var. Öncelikle, çeşitli türlerde cesedi koruyucu maddelerden söz ediliyor. Ancak, doğru olduğu tam anlamıyla kanıtlanan olayların çoğunda, bu ihtimal göz ardı edilebilir. Tıbbi incelemeler sonucu cesetlerin hiçbirinde koruyucu madde kullanılmadığı anlaşıldı. Ayrıca, iç organlar da çıkarılmamıştı. Oysa koruyucu madde kullanmak için bu işlemin yerine getirilmesi gerekir. Ancak, Aziz Francis Xavier olayında olduğu gibi, bazen iç organlar, kutsal birer emane! olarak saklanmak üzere çıkarılıyor. Cesedin bozulmadığı da, mezar, kutsal emanetleri almak için ilk kez açılışında ortaya çıktı.

You May Also Like:  En ucuz kozmetik ürün - DİŞ MACUNU. Bilmediğin faydalar

“Incorruptibles” adlı kitabın yazarı Joan Cruz, çürümeden kalmış cesetleri genel olarak üç kategoriye ayırıyor. Kasıtlı olarak muhafaza edilenler, tesadüfen ya da doğal olarak korunan cesetler ve bir de gerçekten zamana meydan okuyanlar. İkinci kategoriye girenlerin de, sıradan bir açıklamaları olması, aslında büyülerinden pek fazla bir şey kaybettirmiyor. Rahip Thurston ve Cruz, insan cesetlerinin korunması açısından üne kavuşmuş olan birçok yerin adını veriyorlar. Üstelik, bu cesetlerin her zaman mumyalanmış olması da gerekmiyor.

Cruz, 1954 yılında Şili’deki bir dağ mağarasında bulunan doğal mumyadan söz ediyor. Bunun, 500 yıl önce, kurban edilmek üzere ilaçla uyuşturulup orada donmaya bırakılan bir erkek çocuğun cesedi olduğu sanılıyordu. Öte yandan Danimarka, İrlanda ve İskoçya” da da Demir Çağı’ndan kalma kusursuz durumda cesetler bulundu. Ancak doğal kimyevi süreçler, bunların renginin değişmesine yol açmıştı. Alkol, formaldehit, bal, rom, kum, tuz ve başka birçok olağandışı bileşimle cesetlerin korunduğu da biliniyor. Ne var ki, bunların gerçek anlamda zamana meydan okuyan cesetler olarak nitelendirilmeleri oldukça güç.

İskelet Haline Gelmiyor

Bazı yerler mezar yeri olarak özellikle seçiliyordu. Çünkü doğal koşullar, çözülmenin başlamasını geciktiriyor ve hızını azaltıyor. Palermo ve Malta’daki Capuchin katakompları, kasvetli örnekleriyle ünlüydü. 19. yüzyılın bîr seyyah-yazanrı, bunlar konusunda şöyle diyordu: “Hepsinin sırtında normal alarak giydikleri elbiseler vardı… Deri ve kaslar, çiroz gibi kuruyup katılaşmış. Çoğu 250 yılı aşkın bir süre önce gömüldüğü halde, hiçbiri iskelet haline gelmemiş.”

18. yüzyılda ise, Bremen Katedrali’nin temelleri arasındaki kurşun kaplı yeraltı kemerlerine gömülmek, Alman soyluları arasında moda halini almıştı. Burada, bir işçinin şaşılacak kadar iyi korunmuş cesedi bulunmuştu. İşçi birkaç yıl önce burada ölümle sonuçlanan bir kazaya uğramış ve cesedi bulunamamıştı.

Kasvetli bir Capuchin keşişleri sergisi. Sicilya’da, Palermo’daki katakomplarda, bir sürü kopuk bebek gibi asılı duruyorlar. Havaya maruz şekilde bırakılan cesetler, gömülenlerin sekiz katı hızla çürüyor. Ancak bu katakomplardaki havanın gizemli bir özelliği var. Bu hava, cesetleri kurutuyor ve doğal mumyalar haline getiriyor.

Bebeğin Bozulmamış Cesedi

Dublin’de St. Michan Kilisesi’nin altındaki kemerli kabirler de benzer özellikleri taşıyor. 1901 yılında kilisede yapılan bir araştırmada, burada bulunan içler acısı bir bebek cesedinden, çarpıcı bir örnek olarak söz ediliyor; “Tombul bileklerinden hâlâ cenazesinde takılan solmuş, beyaz kurdeleler sarkıyordu.” Tabutun üstündeki tarih ise, 1679″du. Koruyucu etkiye, havanın son derece kuru ve tozdan arınmış oluşunun yol açtığı sanılıyor.

You May Also Like:  Matematik ile ilgili ilginç bilgiler

Radyasyon Etkisi Olabilir mi?

Aynı koşullara Rusya’nın Kiev kentindeki nekropoliste de rastlanıyor. Bugün buradaki çok sayıda kurumuş ceset, açık tabutlarda, üstlerine de cam kapaklar örtülmüş halde yatıyor. Alman şövalye olayında olduğu gibi, Wasserburg Somersdorf Şatosu’nda bulunan cesetler için de radyasyonun, muhtemel bir etken olduğu söyleniyor. Almanya’da Mittelfranken’deki bu şatoda 250 yıllık, kuruyup kalmış cesetler bulundu. Gerçi şato mezarlarında düşük oranda radyasyona rastlanıyor ama, korumanın tek sırrının bu olduğu öne sürülemez. Bütün garip mumyalanma olaylarının tümünü de, gerçekten el değmemiş gibi duran cesetleri de sadece radyasyonla açıklamak olanaksız.

1552 yılında Kuzeybatı Fransa’da, St. Etienne Kilisesi’nde Kral VVilliam’ın cesedi resmen mezarından çıkarıldı. Bu olay, büyük bir şaşkınlık yarattı. Askerden yetişme kral, 400 yılı aşkın bir süre mezarda kaldığı halde vücudu ve özellikle yüzü hayret uyandıracak derecede iyi korunmuştu. Kral, sanki yaşıyor gibiydi. Evet, gerçi gömülmeden önce ceset ilaçlanmıştı ama, bu iş kendi döneminin oldukça ilkel yöntemleriyle yapılmıştı. Böyle bir ilaçlama işlemi gören bir cesedin normal olarak yıllarca önce toza dönüşmüş olması gerekiyordu. Yöreden bir ressama, VVilliam’ın ölümünden sonraki portresini yapma görevi verildi. Sanatçı, model olarak cesedi kullandı ama ona çağdaş elbiseler giydirmeyi tercih etti. Böylelikle Kral William, eski bir Rönesans prensi haline geldi.

Nemli ve Esnek

Söz konusu yerlerin hepsinde bulunan cesetler, sonunda büzülmüş, dehşet verici ölçüde biçimleri bozulmuş ve hepsi kaskatıydı. Joan Cruz’un da belirttiği gibi, gerçek bozulmama olaylarında bu özelliklere rastlanmıyor. Zamana meydan okuyanların cesetleri aradan yüzlerce yıl geçtikten sonra bile oldukça nemli ve esnek olarak kalıyor.

Sabunsu Maddenin Etkisi

Bir başka seçenek ise, sabunlaşma adı verilen garip doğal süreçten kaynaklanıyor. Bu süreçte, isminden de anlaşılacağı gibi, vücut dokuları amonyaklı bir sabuna dönüşüyor. Bu sabunsu maddeyi ise, sertleşmiş dış deri kaplıyor. Sabunsu maddeye “adipocere” adı veriliyor. Adipocere, Latince yağ anlamına gelen “adeps” ve mum anlamına gelen “cera” kelimelerinden oluşuyor. Bu maddeye verilen ikinci bir isim ise, Fransızca, “kadavra yağı” anlamına gelen bir sözcük. Sabunlaşma, çürüme olan yerlerin yakınında, nemli toprağa gömülmekten kaynaklanıyor. Neden bazı durumlarda ortaya çıktığı ve bazı durumlarda çıkmadığı ise bilinmiyor. 1785 yılında Paris’te Kutsal Masumlar Kilisesi’nin mezarlığını temizlemekle görevli Monsieur Thouret, cesetlerden çoğunun bu sabunsu maddeye dönüştüğünü gördü:

“Cüsselerinden hiçbir şey kaybetmeyen cesetlerin kendileri, görünürde çürümemiş gibiydi. Kocaman sürfeler gibi kefenlerine sarılmış yatıyorlardı. Kefenlerini yırtınca, tek bir değişiklikle karşılaştık. Gevşek ve yumuşak bir kitleye ya da maddeye dönüşmüşlerdi. Bu kitle ya da maddenin beyazlığı, içinde yattıkları karanlıkta büsbütün dikkati çekiyordu. Dolgunlukları, gözleri ve saçtan, gömüleli aradan beş yıl ya da daha uzun bir süre geçtiği halde hâlâ bozulmamıştı.”

Dünyaya Bağlılık

Bozulmayan cesetler hakkında güçlü bir teori var. Bu teori ruh-beden ilişkisine dayanıyor. Buna göre cesedin bozulmamasının nedeni, ruhun bedeni bir türlü terk etmemesinden kaynaklanıyor. Öyle ki, ruh bedenden ayrılmadığı gibi, bedene sürekli olarak kendine özgü tesir gönderiyor. Eğer bu tesirler bedene, yani cesede dışarıdan gelen tesirlerden güçlü ise, beden bozulmadan durabiliyor. Ruhun gönderdiği tesirler, dış tesirleri etkisiz kılacak güçte değilse, o zaman beden çürüyor. Sonuçta şu denebilir ki, her çürümeyen bedenin kutsal bir kişiye ait olduğunu düşünmek doğru değildir.

———————————————————-

Dikkat: Sitemiz herkese açık bir platform olduğundan, çox fazla kişi paylaşım yapmaktadır. Sitenizden izinsiz paylaşım yapılması durumunda iletişim bölümünden bildirmeniz yeterlidir.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Neredeyse Her Durumdan Kurtulmanızı Sağlayacak Temel Kurallar

Müslüm (2018) Replikleri