OM.Ö. 30. yüzyıl civarında, maya olarak önceki günden başka bir tür fermente hamur harcı kullanılarak kabuk şeklinde yassı bir hamurun yetiştirildiğini biliyoruz. Özenle meydana getirilen bu hafifçe ekmek, leziz tadına karşın Tanrı’ya verecek kadar saf değildir. Bundan dolayı fermantasyonun kullanılan maddelerin saflığını yok ettiğine inanılıyordu. Bu yüzden dini törenlerde kullanılan ekmek enzim denilen mayasız ekmektir. Çoğu zaman şömineler, közler yada çanak çömleklerle kaplı sıcak taşlarla meydana getirilen bir öteki ekmek türü de Mazar’dır, o devrin ana gıda kaynaklarından biridir, öteki ekmekler şeklinde şekli durağan(durgun) değildir.
Hamur harcını şekillendirme fikri ilk olarak MÖ 25. yüzyılda Mısır’da karşımıza çıktı. Elenmiş undan meydana getirilen hamur harcı, sıvı kıvamda olması için bir tencerede yoğrulur ve sonrasında evvel ısıtılmış bir kalıba dökülür. Ağza doğru uzanan bu kalıplar bir piramit şekline benzer.Mısır hiyerogliflerindeki T harfi hem bir piramittir hem de Ekmek yapımı anlamına gelir. Asurlular buğday ve arpa unundan meydana getirilen hamurları sıcak kile gömmek için benzer bir yöntem kullandılar.
Eski Yunanistan’da ekmek yapımı gerçek bir sanat haline geldiyse, onu abartmayacağız. Üçüncü yüzyılda Atina, her biri değişik bir yöntem kullanılarak meydana getirilen 72 çeşit ekmek üretti. Uzakta komşu şeklinde ekmek pişirirken bir tarafı açıktı, Yunanlılar evvel ısıtılmış ekmek fırınlarını keşfederek devrim yarattılar. Mağazanız için aynı Bu yüzden günümüz fırın ve pastanesinin temeli 3000 yıl öncesine dayanmaktadır. Yunanlılar içinde basit insanların yiyecekleri iki ana gıda ihtiva eder: Maza denen arpa ekmeği ve ona opsone isminde olan süslemeler. Opson herhangi bir yiyecek anlamına gelir, sadece çoğu zaman zeytin, sarımsak, soğan, sebze, peynir yada balık ihtiva eder. Bununla beraber vejeteryan olan Sokrates, bilhassa şehirlerde popüler olmayan eti tavsiye etmiyor. Halkının uzun yaşam beklentisi göz önüne alındığında (mesela Sokrates kalp krizi geçirmek yerine devlet tarafınca zehirlendi). Martha, Yunanlılardan Martha ve Opson’dan öğrendi İkisinin sıhhatli bir rejim sağladığını söyleyebiliriz. Opson çoğu zaman maltozun üstünde yenir. Ek olarak balık ve soğanlı yassı sos bir tepside ısıtılır.
İtalyanlar, Roma İmparatorluğu döneminde Ege kıyılarından göç eden fırıncılardan öğrenilen bu tür ekmeğe pissaladdiere yada pizza diyorlar. Louvre Müzesi’nde görülebilen pişmiş toprak savaşçıların resimlerinden Yunanlıların yalnız hamur harcı karışımlarıyla değil, çeşitli şekillerdeki somon balığıyla da meşhur oldukları görülmektedir. Hamurun şeklinden hostes mesuldür ve onları oynayan adam işin koordinasyonundan mesuldür.Yunanlılarla yakın iş bağları kurun Romalılar onu pizzaya getirdi. MS 30’da, Roma’da Aziz Augustus tarafınca yönetilen 329 fırın vardı. Bir çok Garis tarafınca yönetiliyordu ve Yunanlılardan ticari sırları öğrendiler. Koruyucu doğası bir azınlık olduğundan ve kısmen de ekmeğin toplumsal yaşamdaki mühim görevi sebebiyle Galya’nın oluşturduğu fırınlar mühim bir güç merkezi haline geldi ve fırınlar, fırıncıların ve evlatlarının başka mesleklerle uğraşmasına izin verilmemiş devletler haline geldi. Fırıncılar bir zamanlar o denli büyük bir güç kazandılar ki, meşhur ekmek imalatçısı Vergilius Eurysaces’in heykeli Roma’da değiştirildi ve krala ayık bir zafer getirdi.Roma’daki fırın eski Yunanistan’dan değişik Romalılar, MÖ 7. yüzyıla kadar hanımlarla karşı karşıya gelme ihtimalinin düşük olmasına karşın, karmaşık ekmek yapma yöntemlerini benimsemediler. Bırakın ekmek yapmayı oldukça fukara değiller.Ekmek, çoğunlukla fırının dışındaki hanımefendiler Hatta uygun değil. Hanımefendiler manavdaki otellere, terzi oteline hatta meyhaneye üye olsalar da fırıncıda on arı görmemek mümkün değil. Gördüğünüz şeklinde, Romalılar ekmeği bir adam işi olarak görüyorlardı.
O zamandan beri, ekmek işiyle uğraşan Galyalılar yüzyıllar süresince becerilerini geliştirdiler ve bugün meşhur Fransız ekmeğini edindiler. Doğal bu süreçte Yunan uygarlığından öğrendikleri birayı maya olarak kullanma fikirleri de büyük hisse aldı. Hıristiyanlığın ilk günlerinde, bazı azizler, daha sonraki yıllarda Avrupa’yı kıtlıktan kurtaracak olan asetik asit (kelime yalnız “kendi başına bir şeyler yapmak” anlamına gelir) amacıyla tuzlu suya batırılmış arpa ekmeği ile beslenirdi. Çorbadan biri. Kim bilir bu yüzden İngilizce çorba ve Hollanda şarabı kelimesinin kökleri “ekmeği emdirin” anlamından gelmektedir. Ortaçağ Avrupa’sında ekmek temel bir besin haline geldi ve insanoğlu kaderlerini ortak, doğrusu beraber ekmek yiyen insanoğlu olarak görüyorlardı. Onlar başladı. Geçen yüzyıla kadar Fransız çiftçiler, sanki İncil’deki “bizlere günlük ekmeğimizi verin” cümlesini takip ediyormuş şeklinde ekmeği ısırmadan havada bir haç yapıyorlardı.
Tıpkı zeytinyağı şeklinde ekmek de oldukça mühim bir dini sembol haline geldi. O denli oldukça insan var ki, İsa’nın doğduğu yer olan Bituram, kelimenin tam anlamıyla “ekmek evi” anlamına geliyor. Ekmeğin bir başka yaygın simgesel anlamı da haber taşıyıcı olarak kullanılmasıdır. Fransa’nın Provence bölgesinde evli bir kız evladı sepetteki ufak küçüklere ufak ekmekler ikram etti ve bu ekmeklerin onlara fısıldayacağını umdu. Bir başka garip şey ise günümüz düğün pastalarının kökeninin antik Yunan düğünlerinde ikram edilen hususi ekmeğe kadar uzanabilmesidir. Aynı döneme ilişkin bayram ekmeği psadistası un, şarap ve zeytinyağı karışımından yapılır ve pişirilmez. Şimdi ekmek tarihindeki yolculuğu durduralım.